Kızına hoca bulacağına

       Bir gün Nasreddin Hoca'ya komşu kadınlardan biri,
- "Hoca efendi" demiş, "bizim deli kıza muska mı yazarsın, nefes mi edersin, ne yapacaksan yapsan da biraz akıllansa... Hiç sözümü dinlemiyor, densizlik edip duruyor."
 - "Hanım" demiş, Hoca: "Sen kızına hoca bulacağına koca bul. Bak o zaman nasıl mum gibi olur!"

Nasıl anlaşılıyor ?

     Afrika'dan yeni dönmüş birisi, oralarda kavurucu sıcaklar yüzünden insanların çırılçıplak gezdiklerini anlatıyormuş. Hoca sözünü kesmiş :
- "Pekii, oradakilerin hanımefendi mi, bey efendi mi (insan) oldukları nasıl anlaşılıyor ?"

Allah'ın belâsı hükümdarsınız

      Timur han, Anadolu'yu işgal ettiğinde halka büyük zulüm etmiş, evlerini tarlalarını yakıp yıkmış, birçok kişiyi öldürmüş zalim bir Moğol'dur.
Akşehir'e yerleştiğinde, şehrin ileri gelenlerinden on beş kişiyi çağırtmış. Tek tek yanına almış ve;
- "Ben adil miyim, zalim miyim ?" diye sormuş.
"Adilsin" diyeni de, "zalimsin" diyeni de öldürtmüş.
Ertesi gün tekrar on beş kişi göndermelerini Akşehirlilere emretmiş.
Büyük bir korkuya kapılmışlar. Nasreddin Hoca'ya koşmuşlar. Giden heyette bulunması için kendisini ikna etmişler.
Heyet Timur Han'ın huzuruna varmış. Timur heyetin başındaki Nasreddin Hoca'ya sormuş :
- "Söyle bakalım Hoca efendi ! Ben adil miyim, zalim miyim ?"
 Hoca hiç tereddüt etmeden ve kuvvetli bir sesle cevap vermiş :
- "Siz ne adilsiniz nede zalimsiniz. Siz yoldan çıkmış, azıtmış bu millete Allah'ın gönderdiği büyük bir belâsınız." demiş.
Timur Han bu cevaptan hoşlanıp heyettekileri bağışlamış.

Soyaçekim mi ?

    Üç yıllık evli bir hanım hamile kalamamış. Kaynanası ile kocası gelini ve gelinin anasını suçlayıp duruyorlar, sanki kabahatin gelinde olduğunu kesinlikle biliyorlarmış gibi her gün söyleniyorlarmış.
Bir gün kaynanası gelini almış, Nasreddin Hoca'ya götürmüş :
- "Hoca efendi, gelinimin üç yıldır çocuğu olmuyor. Nerden bu aileden kız aldık! Muska mı yazarsınız? dua mı okursunuz? derdimize bir çare bulun." diye hiddetlice söylenmiş.
Hoca, üzüntü içinde olan geline dönmüş :
     - "Kızım, soyuna çekmiş olmayasın? Acaba anan da mı çocuksuzdu?"

Kimin içinin yandığı belli

      Nasreddin Hoca'yı çok cimri komşularından birisi yemeğe çağırmış. Sofraya oturmuşlar. İki kişilik servis için ortaya dört adet zeytin, iki haşlanmış yumurta, bir tutam tuz, iki dilim ekmekle su getirmişler. Yemeğin üstüne bir kaşık bal ikram etmeyi düşünen ev sahibi her nasılsa bal çanağını sofranın altına koymuş.
Bunu gören Hoca, çanağı sofraya koyduğu gibi başlamış ekmeksiz atıştırmaya.
Ev sahibi bakmış ki balı tükeniyor ;
- "Hocam" demiş, "ekmeksiz yersen için yanar."
Hoca aldırış etmeyip balı yemeye devam ederken seslenmiş;
- "Kimin içinin yandığı belli."

Henüz uykum yok

     Nasreddin Hoca bir köye konuk olmuş. Yatsı namazını kılmışlar. Biraz hoşbeşten sonra, yatma zamanının geldiğini hatırlatmak için:
- "Hocam, insan neden esner?" demişler.
Hoca:
- "Ya açlıktan, ya da uykusuzluktan" demiş. Kendini zorlayıp esnedikten sonrada eklemiş! "Amma benim henüz uykum yok."    

Mektubunuzu okur musunuz?

       Nasreddin Hoca, yazdığı mektupları eliyle götürür, kendisi okuduktan sonra alıcısına teslim edermiş.
Bir gün,
- "Efendi" demişler, "mademki mektup yazıyorsun, ne diye onca zahmete katlanıp, gidip orada mektubunu sen okuyorsun ?"
- "Ben gitmezsem okumazlar. Mektuba da yazık olur. Baksanıza en önemli konu olan eceli hakkında sık sık mektup alan insanoğlu, o mektupları okuyor mu? Son gününde nasılda şaşırıyor!.."   

Bu ayağını kaldıracaksın

      Nasreddin Hoca öğlen namazının sünnetini kılarken, önündeki cemaatten birinin paçasında abdeste ( dolaysıyla namaza ) engel bir necaset görüyor.
Farzı kıldırmak için mihraba doğru giderken, adama;
- "Bu ayağını havaya kaldır. Tek bacağının üstünde namaz kılacaksın" diyor.
Adam şaşkınlıkla :
- "Neden? hocam" deyince :
Hoca , adama paçasındaki necaseti göstererek :
- "Bak bu ayağının abdesti yok" diyor.

Kazan doğurdu - kazan öldü

    Kasabada tefeci bir adam varmış. Başı sıkışan birine para verirse getirdiği güne göre faizini hesaplayıp alırmış. 
Günün birinde bir komşusu bu tefeciden büyük kazanını emanet istemiş. Almış. İşini görmüş. İade ederken de içine bir küçük kazan koymuş. Sahibi emin olmak için sormuş.
- "Bu tencere ne?"
Komşusu; "Senin kazan doğurdu" deyince hemen sahiplenip tencereyi almış. 
Birkaç zaman sonra komşusu yine büyük kazanı emanet istemiş ve almış. Kazanın sahibi aradan on - on beş gün geçtiği halde kazanının geri gelmediğini görünce, kazanını istemiş.
- "Kazan öldü" diye bir cevap almış. Hiddetlenmiş. Mahkemeye kadıya başvurmuş.
O sıralarda N. Hoca , Kadı'lık görevi yapmakta 
imiş. Davalı ve Davacıyı dinledikten sonra : 
- "Senin kazan, doğuran kazan olduğuna göre ölmesi de gerekir," diye hükmetmiş. 
Adam hiddetle:
- "Hiç kazan ölür mü kadı efendi ?" deyince:
Kadı N.Hocamız cevabı yapıştırmış; 
- " Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanamıyorsun ? ..."

Sen beğendin - ben doldurdum

    Nasreddin Hoca , "İnsanlar nefislerinin istediklerini düşünmeden yapmamalıdırlar. Nefsinizin beğendiği her şey ahirette önünüze geldiğinde , ondan kaçmak, kurtulmak isteseniz de kurtulamazsınız," diye bir vaaz etmiş.
Ertesi gün birkaç köylü arkadaşı ile beraber, kasabaya pazara gitmek üzere yola koyulmuşlar. Tabii o zamanın vasıtası, herkesin eşeği.
Yolda giderken konu yine nefsin istekleri ne gelmiş. Bir kısım köylüler :
- "Ben nefsime zulmetmem. Nefsime hoş gelen şeyleri yaparım. Benim zevkimdir, hakkımdır" gibi savunmaları biraz da Nasreddin Hocayı kızdırmak için yapıyorlarmış.
Hoca, eşeklerinin yoldan daha evvel geçmiş hayvanların pisliklerini koklamak için durduklarını değerlendirmiş. Kokladığı pislikleri, hayvanının yem torbasına doldurmağa başlamış.
Birkaç saat sonra bir çeşme başında mola vermişler. Azıklarını çıkarıp yerlerken, eşeklerinin başına da yem torbalarını takmışlar. Nasreddin Hoca'nın eşeği yem torbası boynuna takılanca kısa bir süre güzelce koklayıp, sonra huysuzlanmağa ve kafasını hızla sallayıp torbadan kurtulmağa uğraşınca :
- "Ne huysuzlanıp, torbadan kurtulmağa çalışıyorsun?" demiş Hoca, "Sen beğendin, ben doldurdum."
Görenler: "Hocam bu çok yanlış. O hayvan bunu ne anlayacak." dediklerinde, Nasreddin Hoca taşı gediğine koymuş :
- "İnsanlar bir de kendilerine baksınlar!.. Bu dünyadan ahirete hazırladıkları çıkınlarındakiler kendilerine orada ikram edilince ne yapacaklar?"

İpe un sermişler

    Komşusu Hoca'dan urganını ( yâni kalın ipini ) istemiş.
Hoca içeriye girip çıkmış.
    - "İp boş değil" demiş, "kadınlar üstüne un sermişler."
Komşusu:
- "Bu nasıl iş efendi?" demiş, "hiç ipe un serilir mi?"
- "Serilir" demiş Hoca, "vermeye gönlün olmayınca ipe un da serilir."       

Bu karanlıkta

    Nasreddin Hoca'nın bir konuğu gece yatısına kalmış. Adam zayıf inançlı biriymiş. Ben görmediğime inanmam, Ahirete gidip gelen var mı? Görülmeyen şey bilinir mi? gibi şeyler dermiş.
Hoca sabır göstermiş. Konuğunu incitmeden bir şeyler anlatmağa çalışmışsa da konuk ikna olmuyormuş. Yatma vakti gelince Hoca odaya iki yatak sermiş. Birinde konuğu, diğerinde kendisi yataklarına girmişler. Hoca sağ tarafındaki mumu söndürmüş.
Bir süre sonra Konuk;
- "Hoca efendi, sağ tarafındaki mumu yakar mısın" deyince :
- "Sen deli misin be birader" demiş Hoca, "bu zifiri karanlıkta ben, sağ tarafımı nasıl bileyim!" 

Söylediğine, söyleyeceğine...

    Köylünün biri, diğerinin kuzusunu çalmış, kesip yemiş. O da onun keçisini aşırmış, kesip yemiş.
Nasreddin Hoca olayı incelediğinde kimin ne yaptığını fark etmiş.
Olayın kahramanları bir gün çayhanede oturuyorlarken, keçinin sahibi keçisini övmeye başlamış:
- "İki arşın tüyü vardı, gerdanı üç karıştı, başı şöyleydi, gözleri böyleydi vs" diye hayvanını methediyormuş.
Keçiyi kesip yiyen bu abartmalar karşısında çok sıkılmış. Amma ne yapsın, adam susmak zorunda.
Nasreddin Hoca, keçiyi çalıp kesen adama dönmüş :
- "Yahu, bu adam ne kadar atıp tutuyor. Şimdi git evine. Şu uyuz keçinin postunu getir de, bu adam söylediğine, söyleyeceğine pişman olsun."

Buna değmiş, buna değmemiş

   Nasreddin Hoca'nın komşusunun iri yarı toy bir delikanlı olan oğlu, sıcak bir yaz gününde ormana gidip odun hazırlamağa karar vermiş. Gittiği baltalık ormanda su yokmuş. Herkes heybesine bir testi su koyar öyle gidermiş. Delikanlı ise, "Su testisini taşıyacağıma iki üç karpuzu taşırım, daha iyi olur. Nasıl olsa dönüşte odunları sırtlayıp getireceğim. Birde toprak testimi kırmadan geri getirmeye uğraşmayayım" diye düşünmüş. Torbasına karpuzlarını koyup ormana gitmiş.
İşe koyulmadan evvel bir karpuz yiyeyim demiş.
Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş, bir kenara atmış. Öbür karpuzları kesmiş, o karpuzlar da çok hammış, kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş.
Ormana gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş. Yanına yaklaşınca :
  - "Delikanlı, ham da olsa nimete işenmez, tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin !" Demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş.
Öğlen vaktine doğru, hem sıcaklardan hem de çalışmaktan dolayı iyice susamış. Etrafta su isteyebileceği hiç kimse yok. Su yok. Varmış ham karpuzların yanına. "Ona değdi, buna değmedi" diye diye attığı bütün karpuzları yemiş. Son parçalardan birini yemekteyken, ormanda işini bitirip, eşeğine odunlarını yükleyip dönen Nasreddin Hoca ile tekrar karşılaşmış. Hoca bir yenmiş karpuzların kabuklarına ve birde delikanlı'ya bakmış :
- "Suphanallah, bak , becerip tövbeni yetiştiremedin. Rabbim ne kadar çabuk, senin çişini sana yedirdi! ..." demiş.

Aşçıya Diyeceğim Yok, Pilavı Bağışlayın

    Selçuklu Sultanı Alaaddin, bir Ramazan günü Nasreddin Hoca’yı Konya’ya davet etmiş. Sultan çağırır da gidilmez mi; üstelik, Hocaya hususî arap atlarından birini göndermiş. Hoca şehre vardığında vezirlerden birisi karşılamış. Gün boyu Konya’nın gezilecek yerlerini gezmişler, görülecek yerlerini görmüşler. Akşam ezanıyla birlikte “sultan sofrasında iftara oturmuşlar. Adet olduğu üzere evvela çorba gelmiş. Yine âdet olduğu üzere ilk kaşığı Sultan Hazretleri çalmış ama çalmasıyla parlaması da bir olmuş:
– Kaç defa ferman buyurdum; benim çorbama Erciyes kekiği atılacak diye. Kaldırın bu çorbayı! Kuzu tandırı getirin!
Sofrada bulunanlar çorbanın kokusuyla yutkunadur- sunlar, bu defa kuzu tandır gelmiş. Sultan tadına bakar bakmaz; bu sefer de “Mendebur aşçıbaşı!” diye gürlemiş:
– Şu Selçuk ülkesinde kuzu mu kalmadı ki koç kızartırsınız. Götürün bunu çabuk!
Hasılı, o yemeğe bir bahane, bu yemeğe bir bahane, sofraya ne gelirse Sultan Hazretleri, tadına baktıktan sonra, aşçıbaşını azarlayarak geri gönderiyormuş.
Nasreddin Hoca bakmış ki aç kalacak, ayağa fırladığı gibi pilav lengerini alıp önüne koymuş; hızla kaşıklamaya başlamış.
Sultan Hazretleri:
– Hocam, demiş, ne yapıyorsun?
– Sultanım, demiş Hoca, aşçıbaşı sizin olsun, bari pilavı bağışlayın!

Bulma Zevki

      Hoca bir gün eşeğini kaybetmiş. Önüne gelene soruyor kim bulursa, müjdelik olarak eşeği, bulana vereceğini söylüyormuş.
Herkes eşek aramaya çıkadursun, Hoca’ nın bir dostu:
– Etme Hocam, demiş, madem bulana vereceksin eşeği, niye arıyorsun?
Hoca cevap vermiş:
– Bulma zevkini tatmayan vermeden anlayamaz.

Kırk Yıllık Dost

        Timur, Akşehirliler adına Nasreddin Hoca’yı huzuruna kabul edip sorunlannı anlatmasını istemiş.
Timur’un karşısında iyice heyecanlanan Hoca, kırk yıllık dost gibi başlamış anlatmaya…
Hoca’nın kendisiyle samimi bir şekilde konuşmasına hiddetlenen Timur:
– Bak Efendi, demiş, sen kendini ne sanıyorsun ki dünyaya nam salan büyük bir hükümdarla böyle konuşuyorsun?
Nasreddin Hoca, hiç istifini bozmamış:
– Sen büyüksen, demiş, biz de küçüğüz!

Yas Medeni

      Bizim Hocanın karısı hakkın rahmetine kavuşmuş. Hoca birkaç gün yas tuttuktan sonra karaları çıkarmış; herkes gibi gülmeye, konuşmaya başlamış. Bu sırada eşeği ölmüş. Her gittiği yerde eşek de eşek… Aylar geçtiği hâlde eşeğin ölümünden duyduğu acıyı anlatıp duruyormuş.
– Yahu Hoca, demişler, ne biçim adamsın, eşeğe üzüldüğünün onda biri kadar karına üzülmedin, yas tutmadın.
– Olur mu, demiş, Hoca, karım vefat edince, siz demediniz mi üzüldüğün yeter, sana daha iyisini alırız diye. Eşeği kim alacak? Ben yas tutmayayım da kimler yas tutsun!

Belki ağaçtan öteye bir yol düşer

       Mahallenin çocukları Nasreddin Hoca'ya muzip bir şaka yapmak istemişler. Plânlarını kurmuşlar. "Hoca'yı ağaca çıkaralım. Pabuçlarını alıp uzaklaşarak biraz şaka yapalım" diye düşünmüşler. Hoca'nın yoldan geçeceği saatlerde, uçurtmalarını büyükçe bir ağaca taktırmışlar. Hoca'yı beklemeye başlamışlar. Hoca oradan geçerken de hemen etrafını sarmışlar :
- "Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp kutraramadık. Bize yardımcı olur musunuz?" demişler.
- "Hay hay" demiş Hoca. Ayakkabılarını çıkarıp sırt çantasına yerleştirmeye başlamış.
Çocuklar :
- "Hoca efendi onları niye yanına alıyorsun? Ağaçta pabuçları ne yapacaksın ?" demişler.
- "Belli olmaz ki evlâtlarım" demiş Hoca; "Bu iyiliğime karşı Rabbim, belki bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder."

Akıl sır ermiyor

      Hoca'nın iki yüz akçe parası kaybolmuş. Bulunması için dua etmeye başlamış. O sırada Akşehir'in zenginlerinden birinin bindiği gemi yolda fırtınaya tutulmuş. "Eğer sağ salim memleketime varırsam Hoca'ya iki yüz akçe vereceğim" diye adakta bulunmuş.
Adam kurtulup gelmiş, Hoca'yı bulup parayı vermiş.
Hoca bir süre düşündükten sonra:
- "Allah'ım bu ne dolambaçlı yol! Bu parayı ben nerede yitirdim, Sen bana nerede buldurdun ! ... İşine gerçekten de akıl sır ermiyor" demiş. 

Saz çalması

        Hoca'ya sormuşlar :
- "Saz çalmayı bilir misin?"
- "Bilirim" demiş.
- "Buyur, çal bakalım" diyerek eline bir saz tutuşturmuşlar. Hoca mızrabı almış, perdelere basmadan tellere vurmağa, tuhaf sesler çıkarmağa başlamış.
- "Saz böyle mi çalınır a Hoca?" demişler, "parmaklar perdeler üzerinde gezdirilir, mızrap tellere
vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar."
- " Perdeleri bulamayanlar öyle çalar" demiş Hoca; " Ben sazı elime alır almaz perdeyi buldum! Ne diye boşuna gezineyim."

Mevsimlerden yakınanlara

       Bir toplulukta soğuklardan yakınanlar olmuş. İçlerinden biri:
- "Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar." demiş.
Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca :
- "Öyle deme bre cahil, bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı?" demiş.
Öğüt: Olayları bir bütün olarak değerlendirebilmek olgunluk belirtisidir. Dünyayı insanlar için sonsuz güzelliklerde ve sonsuz bir ilâhi sanatla yaratan ve her an varlıkta tutan Rabbimize teşekkür etmeyi, şükretmeyi unutmayalım.

Birinin Anası Ağlayacak

     Hoca'nın oğullarından biri yakın köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün Hoca yanına gidince :
- " Baba, bütün paramı şu çömleklere yatırdım" demiş. " Hava güneşli olurda zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak!"
Hoca oradan ayrılıp başka bir köyde oturan büyük oğluna uğramış.
Oğlu :
- " Baba, varım yoğum şu tarlada, zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak" demiş.
Hoca eve canı sıkkın dönmüş.
Karısı :
- "Hayrola efendi, yüzün neden asık" demiş.
- "Benimki bir şey değil" demiş Hoca; "Asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da bizim oğlanlardan birinin anası ağlayacak".

Allah’a Şükredin

Bir gün Nasreddin Hoca kürsüde: 
– Ey cemaat, demiş, Allah a ne kadar şükretseniz az. Ya deveyi kanatlı yaratsaydı…
Cemaatten birisi, “Hocam, bunun şükürle ne ilgisi var?” deyince, Hoca cevabı yapıştırmış:
– Senin dama bir konsaydı, görürdün.

Ver Cüppemi Al Semerini

Nasreddin Hoca, yaz günü tarladan gelirken terlemiş. Cüppesini çıkarıp eşeğin üstüne atmış. Karşıdan gelen bir ahbabıyla halleşirken, bir de bakmış ki eşek alıp başını gitmiş. Yetiştiğinde ne görsün; cüppenin yerinde yeller esiyor. Eşeğin semerini çıkardığı gibi kendi sırtına geçirdikten sonra, Karakaçan’a: 
– Öyle bakıp durma, demiş, ver cüppemi, al semerini!