Aşçıya Diyeceğim Yok, Pilavı Bağışlayın

    Selçuklu Sultanı Alaaddin, bir Ramazan günü Nasreddin Hoca’yı Konya’ya davet etmiş. Sultan çağırır da gidilmez mi; üstelik, Hocaya hususî arap atlarından birini göndermiş. Hoca şehre vardığında vezirlerden birisi karşılamış. Gün boyu Konya’nın gezilecek yerlerini gezmişler, görülecek yerlerini görmüşler. Akşam ezanıyla birlikte “sultan sofrasında iftara oturmuşlar. Adet olduğu üzere evvela çorba gelmiş. Yine âdet olduğu üzere ilk kaşığı Sultan Hazretleri çalmış ama çalmasıyla parlaması da bir olmuş:
– Kaç defa ferman buyurdum; benim çorbama Erciyes kekiği atılacak diye. Kaldırın bu çorbayı! Kuzu tandırı getirin!
Sofrada bulunanlar çorbanın kokusuyla yutkunadur- sunlar, bu defa kuzu tandır gelmiş. Sultan tadına bakar bakmaz; bu sefer de “Mendebur aşçıbaşı!” diye gürlemiş:
– Şu Selçuk ülkesinde kuzu mu kalmadı ki koç kızartırsınız. Götürün bunu çabuk!
Hasılı, o yemeğe bir bahane, bu yemeğe bir bahane, sofraya ne gelirse Sultan Hazretleri, tadına baktıktan sonra, aşçıbaşını azarlayarak geri gönderiyormuş.
Nasreddin Hoca bakmış ki aç kalacak, ayağa fırladığı gibi pilav lengerini alıp önüne koymuş; hızla kaşıklamaya başlamış.
Sultan Hazretleri:
– Hocam, demiş, ne yapıyorsun?
– Sultanım, demiş Hoca, aşçıbaşı sizin olsun, bari pilavı bağışlayın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder