Borç

Nasrettin Hoca pazarda zeytin satıyormuş...
İki üç sokak ileride oturan yarıbuçuk tanıdığı bir kadın gelmiş.
Kadın: - Zeytinin iyi mi?
Hoca: - Tadına bak.
Kadın: - Ben orucum.
Hoca: - Madem oruçlusun zeytini al git parasını sonra ver.
Hocanın birdenbire aklına düşmüş; Ramazanlık değilmiş çünkü...
Hoca: - Tuttuğun oruç ne orucu ki?
Kadın: - Üç sene önceden borcum vardı da onları tutuyorum.
Hoca tam zeytinleri veriyormuş vazgeçmiş...
Kadın: - Biraz önce al git dedin ne oldu da vazgeçtin Hoca?
Hoca: - Get anam get... Allah'a olan borcunu üç senede veriyorsan bizim borcu ne zaman getirirsin kim bilir.

Katır Nereye Giderse

Nasrettin Hoca bir gün katıra binmiş. Hayvan oldukça hızlı gidiyormuş. Hoca da onu tutamıyor, durduramıyormuş. Bu gören bir tanışı:
-Hocam, demiş, böyle ivedi ivedi ne yana?
-Katır nereye giderse o yana...

Burun ile Ense...

Bir sohbet sırasında, adamın biri şaka olsun diye Hoca'ya sormuş:

"- Hoca efendi! Burnunuz, yüzünüzün hangi tarafında?"

Hoca, ensesini göstererek:
"- İşte burada..." cevabını vermiş.
Adam şaşkın:
"- Aman hocam," demiş, "burun, ensenin tam tersinde değil midir?"
Hoca gülerek:
"- Haklısın," demiş, "fakat bir şeyin aksini ele almayınca aslı meydana çıkmaz!.."

Kibir Yok

Nasrettin Hoca'ya yapılan şakalar tükenip bitmezdi. Akşehir'liler bir gün Hoca'ya takılır ve sorarlar.
- Hocam senin evliyalar katında ulu bir kişi olduğun söylenir. Aslı var mıdır?
Hocanın böyle bir iddiası elbette yoktur ama bir kere soruldu ya cevaplar :
- Herhalde öyle olmalı.
Bunu duyan bir kişi hemen söylenmeye başlar :
- Böyle kişiler zaman zaman mucizeler göstererek bu özelliklerini herkese kanıtlar. Hocam madem kabullendin, göster bir mucize görelim. Hoca :
- Pekala size şimdi bir numara yapalım, der. Karşısında duran ulu çınara :
- Ey ulu çınar çabuk yanıma gel, der
Tabii ne gelen ağaç var ne de giden... Hoca yürümeye başlar ve ağacın yanına varır. Akşehir'liler ne oldu hocam ağacı getiremedin kendin yanına gittin diyerek gülünce Hoca :
- Bizde kibir yoktur. Dağ yürümezse Abdal yürür, der.

El Yazısı

Nasrettin Hoca iyi bir eğitim görmüştü. Bölgenin en iyi okullarına gitmişti. Bunu bilen ve okuma yazma bilmeyen bir komşusu bir gün Hoca’ya gelmiş:

-“Hoca” demiş. “Oğlum Konya’da. Ona bir mektup yazar mısın?”

Hoca da:

-“Ben Konya’ya gidemem” demiş.

-“Sana, Konya’ya git demedim mektup yazmanı istedim.”

Hoca:

-“Benim el yazımı benden başka kimse okuyamayacağından mektubu okumak için kendim gitmeliyim.”

Elalemin Ağzı Torba Değil ki Büzesin

Nasrettin Hoca oğlunu okulundan alırken eşekle gelmiş. Oğuluyla eşeğin üzerinde evin yolunu tutmuşlar. Aradan zaman geçmiş. Bir grup insan önlerine çıkmış. İçlerinden biri;

-"Hoca ayıp değil mi, eşek o kadar yükü nasıl taşısın?"

Hoca da oğulunu eşekten indirip yoluna devam etmiş. Aradan zaman geçmiş bir insan;

- "Ayıp Hoca ayıp. Küçücük çocuk yürütülür mü?"

Hoca çocuğu eşeğe oturtmuş. Kendi yoluna devam etmiş. Aradan yine zaman geçmiş birisi;

Bu zamane çocukları böyle işte, ihtiyar babaları yürür kendileri eşeğe biner. Bu söz çocuğun ağrına gider ve eşekten iner ikisi de yayan giderler. Oradan gevezenin birisi:

- "Enayilere bakın eşek önde gidiyor bunlar yayan"

Bunun üzerine Nasrettin Hoca:

- "Görüyorsun ya oğlum elalemin ağzı torba değil ki büzesin."

Beş Kuruş

Bir gün Hoca sallana sallana yolda yürürken, biri arkadan ensesine kuvvetli bir tokat atar. Hoca neredeyse yere düşecek. Hoca hiddetle,

-Ne cüretle vuruyorsun!

Genç adam, biraz ukala bir tavırla, kısaca özür diler. Küçük bir hata yaptığını, Hoca'yı bir arkadaşına benzettiğini söyler. Ayrıca, Hoca'nın küçük bir tepeyi dağ haline getirdiğini belirtir.

Bunun üzerine, Hoca'yı mahkemeye gitmekten başka hiçbir şey tatmin etmez. Hoca ısrarlıdır ve genç adamın kabul etmekten başka çaresi yoktur. Kadıya giderler.

Kadı her iki tarafı da dinler. Ancak kadı genç adamın arkadaşı olduğundan, onu müşkül durumdan kurtarmanın çaresine bakarken, Hoca'yı da yumuşatmaya çalışır.

-Hoca, hislerini anlıyorum. Herkes aynı şeyleri hissederdi bu durumda. Şimdi ne dersin, bu genç adam kendine bir tokat atsa kabul eder misin.

Hoca bununla tatmin olmaz, ısrar eder mahkeme yapılsın der.

Bunun üzerine kadı, genç adama 5 kuruş ceza verir ve gidip getirmesini söyleyip kürsüden iner.

Hoca, genç adamın dönmesini bekler. Bir saat geçer, iki saat geçer fakat genç adamdan ses seda yoktur. Mahkeme kapısının kapanmasına az kalmışken, Hoca kadının, en meşgul bir anında ensesine okkalı bir tokat atar ve ekler,

-Kusura bakma kadı efendi, daha fazla bekleyemeyeceğim.

Gelirse şöyle öne, 5 kuruşu sana versin

Hanımla Muhabbet

Nasrettin Hoca bir gün karısına:
- "Hatun" demiş, "Şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağanın adı neydi?"

- "Kendin söyledin ya, efendi" demiş karısı, "Mehmet ağa."

- "Canım, dilim sürçtü işte... Ne iş yapar diyecektim." demiş Hoca.

- "A efendi" demiş karısı, "kendin çarıkçı demedin mi?"

- "Anlasana işte" demiş Hoca, "nerede oturuyor demek istedim."

- "Efendi, bugün sana ne oluyor?" demiş karısı "Komşu” dedin ya..."

Hoca artık sinirlenmiş.
- "Aman be kadın... Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!"

Oğlumun babası

Oğlumun babası öldü de Bir gün Nasrettin Hoca'yı siyah elbiseleriyle görenler:

- "Ne oldu Hoca efendi" demişler, "bu gün karalar giymişsin?" 

- "Oğlumun babası öldü de ..." demiş Hoca, "O'nun yasını tutuyorum 

Davetiye

Nasrettin Hoca ‘ nın komşusu evlenirken Hoca ‘ dan davetiye dağıtmasını rica etmiş 

Hoca şehirde kendini beğenmiş olarak ün kazanan bir zengine davetiyesini vermeye gitmiş

Hoca ‘ yı gören zengin sinirlenmiş:

- “Davetiye dağıtmaya iyi bir insan bulamamışlar mı?” diye çıkışmış

Nasrettin Hoca:

- “İyi insanlar da vardı, ama onlar iyi insanların davetiyelerini vermeye gitti”, demiş 

Ne yer ne içer?

Nasrettin Hoca, köyün birinde vaaz veriyorken. Laf arasında Hazreti İsa nin göğün dördüncü katında olduğunu söyler…
Vaazdan hemen sonra, bir kadın Nasrettin Hoca’nın yanına gelmiş :
- Hazreti İsa, orada ne yiyip, ne içmektedir? der
Hoca çok kötü sinirlenir :
-Bak hatun, köyünüze geleli şunca zaman oldu, benim ne yiyip,ne içtiğimi sormadın da, Allah ın peygamberini mi merak edersin! 

Gönlüm Razı Gelmedi

Nasrettin Hoca, kasabadan Kur'an-ı Kerim, tefsir ve ilmihâl gibi bazı kitaplar alarak bir çuvala yerleştirmiş ve çuvalı da sırtına alarak eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor.

Yolda Hoca'yı görenler:
- Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın?
diye sormuşlar.

- "Ne yaparsın" demiş Hoca, "zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmaya gönlüm razı gelmedi."

Kırk Yıllık Sirke

Bir Arkadaşı Nasrettin Hoca‘ya sormuş : 
– Hocam sizde kırk yıllık sirke varmış..
Nasrettin Hoca da :
– Var demiş..Arkadaşı :
– Biraz versene ilaç yapacağım demiş..
Nasrettin Hoca :
- Her isteyene verseydim o sirke kırk yıl durur muydu sence? demiş...

Boş Ver Yenisini Alırız

Bir gün hoca eve yorgun gelir. Karısına:
- Yemek hazırla da yiyelim! der.
Yedikten sonra yatarlar. O gece eve üç hırsız girer, tabakları çalarlar karısı:
- Hoca, Hoca tabakları çalıyorlar! der.
Hoca:
- Boş ver yenisini alırız! der.
İkinci gün koltukları çalarlar. Karısı:
- Hoca, hoca koltukları çalıyorlar!
Hoca:
- Boş ver yenisini alırız!
Üçüncü gece karısını çalarlar. Karısı:
- Hoca, hoca beni çalıyorlar!
Hoca:
- Boş ver yenisini alırız!

Ağlayan Sen Olacaksın

Hoca'nın oğullarından biri yakın köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün Hoca yanına gidince:

-“Baba, bütün paramı şu çömleklere yatırdım” demiş. “Hava güneşli olur da zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak!"

Hoca oradan ayrılıp başka bir köyde oturan büyük oğluna uğramış.

Oğlu:

-“Baba, varım yoğum şu tarlada, zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak” demiş.

Hoca eve canı sıkkın dönmüş.

Karısı:

-"Hayrola efendi, yüzün neden asık” demiş.

-"Benimki bir şey değil” demiş Hoca; "Asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da ağlayan sen olacaksın".

Ay Kaça Geldi

Nasrettin Hoca Konya'da akşam namazından çıkmış, yatsıya kadar biraz çarşıda gezinmek istemiş.

Tanımadığı kellifelli bir adam gökteki yusyuvarlak aya bakıyormuş.

Hoca yaklaşınca, adam seslenmiş:

-"Efendi” demiş, "Bugün ay kaça geldi?"

-"Bilmem ki evlâdım” demiş Hoca, "Bu günlerde hiç ay alıp satmadım. "

Tehlike

Bir gün Nasrettin Hoca gömleğini yıkayıp asmış. Birden bir rüzgar esmiş ve Nasrettin Hoca'nın gömleğini alıp kayaya fırlatmış. Nasrettin Hoca karısına seslenmiş:
- Hanım... Hanım!
Karısı gelmiş: "Ne oldu bey?" diyerek. Hoca:
- Büyük bir tehlike atlattık!
- Alt tarafı gömlek kayaya çarpmış ne olacak bey?
- Öyle deme karıcım ya içinde ben olsaydım!...

Karın Çok Geziyor

Nasrettin Hoca'ya dert yanıyorlar: 
- "Yahu Hoca senin karın çok geziyor." 
Hoca: 
- "Olur mu canım? O kadar gezse arada bir bizim eve de uğrardı."

Kör Döğüşü

Nasrettin Hoca, gençliğinde dilenen bazı insanlar görür. Epey bir zaman adamları inceler. Dilenciler kör oldukları için çevredeki insanlar onlara pek çok yardım verirler. Fakat dilenciler bir türlü doymak bilmezler. Hoca, dilencilerin yanlarına yaklaşır. Cebinden para kesesini çıkartıp şakırdatır. Sonra dilencilere: “Alın bu paraları da aranızda bölüşün” diyerek yanlarından uzaklaşır. Adamları tekrar gözlemeye başlar. Kör dilenciler, para kesesinin içlerinden birine verildiğini sanarak parayı kapmak için birbirlerine girerler: “Kese sende!”, “Bende yok sende! Çabuk benim payımı verin, yoksa ben size yapacağımı bilirim!” gibi sözlerle açgözlü dilenciler, birbirlerine vurmaya, küfretmeye başlarlar ama keseyi de bir türlü ele geçiremezler. Hoca bunları gözlerken: “Hey gidi açgözlü iki dünya körleri hey!” diye söylenirken biri: “Ne oluyor Hoca?” diye soru sorar. Hoca: “Ne olacak, kör döğüşü nedir bilmiyorsan öğren” der. 

Kaftan

Nasrettin Hoca bir dükkana girer, kendisine uygun kaftan bakmaktadır. Pahalılar dan birini gözüne kestirir... Giyer, fiyatını sorar. Satıcı "10 akçe hocam" der. Nasrettin Hoca "Pahalıymış... Daha ucuzu yok mu bunların?" der ve giydiği kaftanı çıkarır. Satıcı Nasrettin Hoca’ya 5 akçelik bir kaftan çıkarır, Nasrettin Hoca kaftanı giyer ve dükkandan çıkar. Satıcı arkasından bağırır: "Hocam aldığın kaftanın parasını vermeyi unuttun?" Nasrettin Hoca: "Pahalısını bıraktım, onun yerine ucuzunu aldım ya!" der. Satıcı: "Hocam pahalı olanın parasını vermemiştin ki!" deyince Hoca; "Be hey adam!.. Almadığım şeyin parasını niye vereyim?" der ve uzaklaşır. 

Hatırını Sorayım

Bir ramazan gününde Nasrettin Hoca da iftara davetliymiş. Son derece acıkmış olan Hoca, yemek, odasına girip de hindi dolmalarını, baklavaları, börekleri yan yana sıralanmış görünce, ağzının suyu akmış. Derken efendim top patlamış, Hoca hemen sofraya kurulmuş. Sofraya nefis bir işkembe çorbası konulmuş. Ev sahibi kaşığı daldırıp tadına baktıktan sonra:

_ Hay Allah müstahakınızı versin, buna sarımsak koymuşsunuz. Çabuk kaldırın! diye bağırmış.

Nasrettin Hoca, önünden tüteye tüteye giden çorbaya bakarak bir yutkunmuş. Fakat yerine gelen hindi dolmasının iştah açıcı dış görünüşüyle teselli bulmuş.

Ev sahibi dolmadan bir lokma alınca, kaşlarını çatmış:

Behey namussuzlar, buna çok baharat dol-durmuşsunuz. Bana baharatın dokunduğunu bilmez misiniz? Çabuk kaldırın bunu, gözüme görünmesin, demiş.

Nasrettin Hoca’nın yüreği de tepsiyle birlikte gitmiş. Bu sırada sofraya baklava tepsisi konmuş.

Ev sahibi yine bağırmış:

_ Yahu, daha ağzıma lokma koymadan tatlı yenir mi? Kaldırın bunu!

Nasrettin Hoca, hemen kaşığı kaptığı gibi sofradan fırlamış, kapı yanındaki sinide tepeleme duran pilâva kaşığı çalmağa başlamış.

Ev sahibi:

Hoca ne yapıyorsun orada? Sofraya gel-sene, demiş.

Siz yemeklerin suçlarını birer birer tâyin edip cezalarını veredurun. Ben burada eski bir âşinâya rastladım, hatırını sorayım.

Ne Kadar

Hoca hızlı ve yüksek sesle bağırmaya çalışıyordu. Biri onu gördü ve ona bir şey olduğunu sandı.

Hemen Nasrettin Hoca'nın yanına kadar koştu ve sordu,

"Hocam ne oldu?"

Nasrettin Hoca bağırmaya devam etti ve dedi ki,

"Ben, benim sesimin ne kadar uzağa gittiğini merak ediyorum..."

Tesbih

Bir gün Hoca, yol üstü bir hana inmiş. Nuh Nebi''den mi kalmıs, Kalubela'dan mı? Her ne ise.. Her tarafı delik deşik olmuş; adeta çökmeye bir başı kalmış. Hoca'nın yüreğine bir korkudur düşmüş ama, ne desin? Nihayet bir söz arasında: 
"Yahu, bu senin tavan da ne kadar gıcırdıyor be, beşik mi mübarek!" diyecek olmuş ama, hancı baba hiç oralı olmamış; sözü şakaya boğarak; 
"Ağzını hayra aç Hoca, bu gıcırtı beşik gıcırtısı değil; tavan tahtaları Hak'ka tesbih çekiyor!" demiş. 
Hoca'nın közü küllenir mi? Gözlerini hancının gözlerine dikerek; 
"Peki ama, demiş; ya bu tavan böyle tesbih çeke çeke aşka gelip de secdeye kapanırsa, bizim halimiz nice olacak!"

Kaybolan Ayaklar

Çocuklar bir gün dere kenarında oynuyormuş.

Nasrettin Hoca’yı gören çocuklar, ‘hadi Hoca’ya şaka yapalım’ demişler. Çocuklar ayaklarını birbirine dolaştırıp:
- Hocam ayaklarımız karıştı, bulamıyoruz, demişler. Hoca şöyle bir bakmış eline bir sopa almış. Çocukların ayaklarına ufaktan dokunmaya başlamış. Çocuklar hemen ayaklarını çekmişler. Hoca:
- Gördünüz mü? Nasıl da buldunuz ayaklarınızı, demiş.

Timur'un Filleri

Timur, Akşehir'e bir erkek fil getirmiş. Başıboş gezen fil, bağlara bahçelere büyük zarar veriyormuş. Filden bıkan Akşehirliler, nihayet Hoca'ya gitmişler:

- Hoca, bu Timur senin sözünü dinler. Şu filin bi çaresine baksan, demişler.

Hoca kabul etmiş. Yarın hep birlikte gidip derdimizi anlatalım, demiş. Ertesi gün Hoca önde ahâli arkada Timur'un yanına gitmek üzere yola çıkmışlar. Ama her yol ayrımında birkaç kişi gruptan ayrılıyormuş. Hoca Timur'un karşısına geldiğinde bakmış ki arkasında hiç kimse yok. Bunun üzerine Hoca Akşehirlilere bir ders vermek ister. Timur'a:

- Efendim. Biz Akşehirliler olarak getirmiş olduğunuz fili çok sevdik. Ama hayvancağız yalnızlıktan olsa gerek, çok huzursuz. Ahâli bu filin dişisini de getirmenizi istiyor, der. 

Timur, bu sözlerden hoşlanır. Akşehirlilerin isteğini yerine getireceğini söyler.

Timur'un yanından ayrılan Hoca, kendisini beklemekte olan halkın yanına varınca halk merakla sorar. Hoca gülerek cevap verir:

- Müjdeler olsun. Belanın dişisi de geliyor.

Altı Kâğıt

Nasrettin hoca caminin yanında çarık satarken altı kağıt altı kağıt diye bağırıyormuş. Adamın biri almış abdest alırken çarığın altında su aldığını fark etmiş sonra hocaya gelmiş sattığın çarığın altı kâğıtmış yırtıldı. Nasrettin hocanın kılıfı hazır; 

- Ben altı kağıt altı kağıt diye bağırmıyor muyum neden aldın o zaman?

Hiç Boşuna Sevinme!

Hoca, bir gün ciğer almış. Kasaba:

"-Bunu nasıl pişireyim!" diye sormuş.
Kasap ciğerin nasıl pişirileceğini bir kağıda yazıp Hoca'nın eline vermiş. Ardından da :

"-Bu tarife uyularak pişirilirse ciğer pek lezzetli olur..." demiş. Hoca, eve doğru giderken nasıl olmuşsa ciğeri bir çaylağa kaptırmış. Çaylak "Gak! Guk!" edip uzaklaşmaya başlamış. Hoca hiç telâş etmemiş. Elinde tuttuğu tarifnâmeyi kaldırarak:

"-Hiç boşuna sevinme!" demiş.

"Tarifnâmesi bende! Ağız tadı ile yiyemeyeceksin!.."

Niye Yemezsin?

Hoca bir iş için Sivrihisar'a gitmiş. İşi epeyce uzamış. Bu sırada parası pulu da bitmiş. Gidip karnını doyuracak bir kimseyi de tanımıyormuş.

Midesi açlıktan kazınmaya başlamış. O sırada bir fırının önünden geçiyormuş. Bakmış ki, nar gibi kızarmış somunlar! Taze taze tezgâhın üstünde...

Açlıktan gözleri kararan Hoca yutkundukça yutkunmuş. Bir müddet somunlara bakmış. Sonra tezgâh sokulmuş. Tezgâhın başında oturan ekmekçiye sormuş:

"- Kuzum efendi," demiş, "Bu ekmeklerin hepsi senin mi?"

Ekmekçi gayet doğal bir şekilde:

"- Evet, benimdir." demiş.

Hoca heyecanla tekrar sormuş:

"- Gerçekten bunların, bu sıcak ekmeklerin hepsi senin mi?"

Adam, Hoca'ya çıkışarak:

"- Ne bu kadar zorlayıp duruyorsun be adam!" demiş. "Bu ekmeklerin hepsi benimdir, dedim ya!.."

Hoca kızarmış ekmeklere son bir kez bakıp:

"- Öyle ise ne bakıp duruyorsun? Yesene!.." demiş.

Biliyor musunuz?

Nasrettin Hoca bir gün camide vaaz edecekmiş.

Cemaate:

- Ey cemaat! Size,ne söyleceğimi biliyor musunuz, demiş.
Cemaat 'bilmiyoruz' diye ses yükselince. Hoca:

- Madem bilmiyorsunuz bilmeyin daha iyi demiş.
Hoca minberden inip, gitmiş. Cemaat merak içinde kalmış.

Ertesi gün Hoca yine aynı soruyu sormuş:

- Ey cemaat! Size, ne söyleceğimi biliyor musunuz?
Cemaat bu sefer anlatsın diye 'biliyoruz' demiş.
Bunun üzerine Hoca:

- Biliyorsanız niye anlatayım ki, demiş.

Yine minberden inip gitmiş. Cemaatin merakı iyice artmış. Bu sefer aralarında kararlaştırmışlar.Hoca bir daha sorarsa 'kimimiz biliyoruz, kimimiz bilmiyoruz' diyeceklermiş. Ertesi gün Hoca yine aynı soruyu sorunca 'kimimiz biliyoruz, kimimiz bilmiyoruz' demişler. Nasrettin Hoca'da : 

- O zaman bilenler, bilmeyenlere anlatsın, demiş.

Arapça

Bir komşusu Hoca'dan kendisine Arapça öğretmesini istemiş. Hoca da kabul etmiş, derse başlamışlar. Komşusu şöyle bir soru sormuş:

-Hocam Arapça'da soğuk çorba ne demek?

Hoca cevabı bilmediğinden şöyle demiş:

-Araplar soğuk çorba içmezler, bunu öğrenmen gerekmez.

Dünyanın Dengesi

Nasrettin Hoca`ya sormuşlar:

- Niçin insanlar sabah kalkınca hep farklı yönlere dağılıyor da aynı yöne gitmiyorlar?

Hoca cevaplamış:
- Herkes aynı yöne gidecek olsa dünyanın dengesi bozulurdu da ondan...

Ben Yemem!

Hoca, tek başına oduna gitmiş. Vakit de geçmiş. Hava ha karardı, ha kararacakmış. Kuru bir ağaç bulup kesmeye başlamış. O sırada bulunduğu yere doğru bir ayının geldiğini görmüş. Korkusundan yanındaki ahlat ağacına çıkmış.

Ayı gelmiş, ahlat ağacının dibinde bir müddet beklemiş. sonra kalkmış. Hoca'nın çıktığı ağaca tırmanmaya başlamış.

Hoca korkusundan ne yapacağını şaşırmış. Ayı, onu görmesin diye dalların arasına girip gizlenmeye çalışmış. Ayı yavaş yavaş ağacın tepesine doğru tırmanmış.

O sırada da akşam olmuş. Mehtaplı bir geceymiş... Hoca çıt çıkarmadan ayının her hareketini takip ediyormuş. Ayı kopardığı meyveleri önce ay ışığına tutuyor; sağlam mı, çürük mü diye bakıyor; sağlam olanları ağzına atıyor; iştahlı iştahlı da yiyormuş.

Bir ara elini Hoca'nın ağzı değecek kadar uzatmış. Hoca korkusundan ne yapacağını şaşırmış. Ayının kendisine ahlat ikram ettiğini sanıp:

"-Ben yemem!" diye haykırmış.

Hoca'dan habersiz meyve yemekle meşgul olan ayı, neye uğradığını bilememiş. O an boş bulunmuş olacak ki, paldır küldür ağaçtan aşağı yuvarlanmış.

Müslümanlar görsünler de...

Hoca, eşeğini pazara götürmüş. Satılmak üzere tellâla vermiş. Müşteriler, hayvanın yaşını anlamak için dişlerine bakmak istemişler. Ancak eşek, müşterilere yapmadığını bırakmamış. Kiminin elini ısırmış, kimine de çifte atmış.

Müşteriler öfkeden kudurmuşlar.Sayıp dökerek yanından uzaklaşmışlar. Tellâlın da bu işe çok canı sıkılmış. Eşeği tutup Hoca'ya geri götürmüş. Yuları verirken de : 

"-Aman Hocam!" demiş. "Bu eşeği kimsenin alacağı yok! Bu ne biçim hayvan! Kimseyi yanına yaklaştırmıyor. Önüne geleni ısırıyor, arkasına geleni tepiyor."

Hoca:

"-Tellâl efendi," demiş," aslında ben onu satmak için pazara getirmedim...Müslümanlar görsünler de benim neler çektiğimi anlasınlar diye getirdim!"

Dönüşte buraya uğrama da!

Oburlardan obur biri, Hoca'ya misafir olmuş. Hoca, oburun önüne bir sofra kurmuş. Sofraya önce bir somun ekmek getirmiş. Diğer yemekleri getirmek için çıkmış.

Hoca dönünce, bir somun ekmekten eser kalmadığını görmüş. Elindeki siniyi sofraya bırakıp ekmeğe koşmuş. Fakat ekmeği getirinceye kadar, adam bu sefer de sinideki yemekleri bitirmiş.

Hoca bu işi birkaç kez tekrarlamış. Ne evde yemek kalmış, ne Hoca'da hâl... Hoca artık oturmuş. Obur misafirine nereden gelip nereye gittiğini sormuş. Adam:

"-Midem çok bozuk!" demiş. "İştahım da hiç yerinde değil. Kasabaya gidip kendimi hekime göstereceğim!"

Bu sözleri duyan Hoca dayanamayıp:

"-Aman hemşehrim!.." demiş. "İştahın açıldıktan sonra dönüşte buraya uğrama da, nereye uğrarsan uğra!.."

Kim Daha Büyük?

Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:
- Pâdişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?
"Çiftçi büyük elbet" demiş Hoca ve eklemiş; 
- Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse pâdişah acından ölür.

Parayı Severim Ama...

Cimrinin biri, bir gün Hoca'ya: "Hoca Efendi!" demiş.
"Meğer sen de bizden imişsin!"
Hoca anlamamış.
Cimriye sormuş:
"-Ne gibi?"
Cimri:
"-Şöyle ki, seninde benim gibi parayı çok sevdiğini söylüyorlar!"
Hoca, cimriye şöyle bir bakıp:
"-Yalan değil, ama yanlış! Ben parayı sevmez değilim. Fakat beni, senin gibi cimri adamlara muhtaç etmediği için severim. Yoksa küplerde saklamak için değil!" demiş.

Halâ koyduğum yerde otluyorsun!

Hoca dağa oduna gitmiş. Odunları kesip eşeğine yüklemiş. Eşeği yola indirmiş. İşi de biraz aceleymiş. Eşeğe:

"-Sen var düz yoldan git." demiş. "Yolu biliyorsun. Nasıl olsa eve varırsın. Benim işim acele. Ben de kestirmeden gideyim."

Eşeği dehleyen Hoca, kestirmeden evin yolunu tutmuş. Eve varmış, çapasını alıp bostana gitmiş. İşlerini bitirip dönmüş. 

Akşam da olmak üzereymiş. Eve varır varmaz eşeğin gelip gelmediğini sormuş. Eşeğin gelmediğini öğrenince canı sıkılmış. "Varıp bakayım. Bizim eşek nerelerde kaldı?" diyerek merakla yola düşmüş. Odun kestiği yere kadar yürümüş. 

Varıp bakmış ki, bir de ne görsün? Eşek, sırtında odun bıraktığı yerde öylece durmuyor mu?

Hoca eşeğe yaklaşıp:

"-Seni gidi seni!" demiş. "Halâ koyduğum yerde otluyorsun!.."

Her Gün Bayram Olsa

Bir kıtlık zamanıymış. Hoca'nın yolu bir köye düşmüş. Öyle de olmak üzereymiş. Köylüler Hoca'yı köy odasına davet etmişler.

Bir zaman sonra, köy odasına çocuklardan biri girip biri çıkmaya başlamış. Ellerinde de türlü türlü yemekler varmış. Hoca bunları hayretle izlemeye başlamış.

Derken çabucak sofralar kurulmuş. Büyük küçük herkes sofraların başına geçmiş. Hocayı da sofraya çağırmışlar. Çeşitli yemekler, börekler, hoşaşar, tatlılar ikram etmişler. Hoca, hayretler içinde kalmış. Bir ara dayanamayıp:

"-Allah bereketinizi artırsın!" demiş."Burası meğer ne bolluk yermiş! Bizim oralarda ise halk, açlıktan kırılıyor."

Sofradaki köylülerden biri:

"-İlahi Hoca..." demiş. "Sen bayram, seyran nedir bilmez misin? Bugün bayram! Onun için herkes karınca kararınca azığını ortaya döktü. Bolluğun sebebi budur!"

Hoca, bir süre düşündükten sonra:

"-Ah, ah hemşehrim!..." demiş. "Keşke her gün bayram olsa! Olsa da şu ümmet-i Muhammet yiyecek darlığı çekmese..."

Sıra İle

Ağaç dikme zamanıymış.Hoca gitmiş, çarşıdan meyve ağacı fidanları alıp gelmiş. Kazmayla küreği kapıp evinin bahçesine geçmiş. Fidanları dikeceği çukurları güzelce kazmış.
Tam fidanları dikmeye başlamış ki, bir komşusu çıkagelmiş. Hoca'yı elinde fidanlar böyle diker görünce:
"-İlahi Hoca Efendi!.." demiş.
"Bunlar ne zaman büyüyecek, ne zaman yemiş verecek?"
Hoca komşusuna şu cevabı vermiş:
"-Büyürler de, yemişlerini verirler de! Babalarımızın diktiği fidanların yemişlerini şimdi biz yiyoruz. Bizim diktiğimiz fidanların yemişlerini de çocuklarımız yerler!.."

Çalı Tohumu

Nasrettin Hoca parasını geri istemek için defalarca kapısını çalan

Alacaklısına kapıyı açmış.
-Yakında, demiş; yakında paranı ödeyeceğim.
-Ne zaman?
-Dinle bak…Bizim duvar kenarına yol boyunca çalı tohumu ektim.
-Ve?
-Ve tohum ilkbaharda yeşerecek ve çok çalımız olacak…
-Evet, şüphesiz! Sonra?
-Bu caddeden cok koyun sürüsü geçer. Geçerken, geçen koyunların yünleri çalılara takılacak. Ben de yünleri toplayacağım. Bizim hanım bunları
eğirip ip yapacak. Sonra gerisi kolay! Ben de pazara götürüp satacağım ve
paranı geri ödeyeceğim.
Adam bu saçma plan üzerine kahkahayı basar. O zaman Hoca, demiş ki;
-Parayı avucunda hazır hissedince nasıl da gülersin, değil mi, seni
köftehor seni..